Toplu
İş Sözleşmesinin Tanımı ve Düzeyleri
1.Toplu İş Hukukunun Temel İlkeleri:
1.1.
İşçiyi Koruma İlkesi:
Toplu iş hukuku, iş
ilişkilerinde işçinin korunması, güvence altına alınması amacına hizmet eder. Söz konusu
güvence durumu, tıpkı kamu hukuku temeline dayanan işçiyi koruyucu hükümlerde
olduğu gibidir. Bu anlamda, sadece işgücüne
sahip bulunan işçi; tek başına, üretim
araçlarını elinde tutan işverenin kasında, çalışma koşullarının saptanması
konusunda, biçimsel bir eşitliğe sahiptir. Nitekim, gerçekte bir eşit olma
durumu, söz konusu değildir. Bu yüzden, iş sözleşmesinin serbestçe yapılması
esası kabul edilecek olduğunda, söz konusu durum çalışma koşullarının
işverence dikte ettirilmesi (yazdırılması) sonucuna götürecektir. İşte, bu
anlamda Ay. m. 51, işçilere sendika kurma hakkım tanımakla, onların ekonomik
ve sosyal bir güç olarak ortaya çıkmalarını sağlamaktadır.
Toplu iş
sözleşmesinin bir anlam taşıyabilmesi için, işverenin iş sözleşmeleri yoluyla toplu
iş sözleşmelerinde kabul edilmiş çalışma koşullarını değiştirebilmesinin önüne
geçilmesi gerekir. Bu yüzden, STISK. m. 36/1, toplu iş sözleşmelerinde kural
olarak “değiştirilmezlik esasının geçerli olmasını kabul etmiştir.
1.2.Sosyal Özerklik İlkesi
Toplu iş hukuku,
devletin çizdiği sınırlar içerisinde ilgililerin, iş ilişkilerini kendi
başlarına düzenlemelerini (bizzat kendilerinin hukuk kuralı koymalarını)
sağlama amacını izler. Burada işçiler ile işverenler, çalışma koşullarını eşit
haklarla saptamaya çağrılmıştır. Buna, “sosyal özerklik ilkesi” adı
verilir.
Sosyal özerklik
ilkesi, ilkin, toplu iş sözleşmesinde anlatımını bulur. Nitekim, Ay. m. 53’de
tanınmış bulunan toplu iş sözleşmesi hakkı, değiştirilmezlik esasıyla (buyurucu
niteliğiyle) birlikte, işçi ve işveren sendikalarının hukuk kuralı koymalarını
sağlayan bir hukuki araçtır. Sendikalar; işte bu araçla, kendi adlarına ve
kendi haklarına dayanarak, üyelerinin çıkarlarım gözetip onların ehil yöneticileri
olarak, iş ilişkilerinin tümünü bağlayıcı biçimde düzenler. Toplu iş
sözleşmeleri Anayasaya da aykırı olamaz.
1.3. Anayasal Güvenceye Bağlama İlkesi
1982 Anayasası, Türk toplu İş hukukunun önemli kurumlan için, anayasal güvenceler
tanımıştır. Gerçekten, ilkin, Ay. m. 51/1 c. 1 ’deki “çalışanlar ve işverenler, üyelerinin çalışma
ilişkilerinde, ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek
için önceden izin almaksızın sendikalar ve üst kuruluşlar kurma, bunlara
serbestçe üye olma ve üyelikten serbestçe çekilme haklarına sahiptir” biçimindeki hükümle, sendika hak ve özgürlüğü anayasal güvenceye
bağlanmıştır.
Toplu iş hukukunun Anayasa tarafından güvenceye bağlanmış ikinci
kurumu, toplu iş sözleşmesi hakkıdır. Gerçekten, Ay. m. 53/1 uyarınca, “işçiler ve işverenler, karşılıklı olarak ekonomik
ve sosyal durumlarını ve çalışma şartlarını düzenlemek amacıyla toplu iş
sözleşmesi yapma hakkına sahiptirler \
Sonra, Ay. m. 54/1 c
l’deki “toplu iş sözleşmesinin
yapılması sırasında, uyuşmazlık çıkması halinde işçiler grev hakkına
sahiptirler” hükmüyle, grev hakkı anayasal
güvenceye bağlanmıştır. Bunun gibi, aynı hükümde (Ay. m. 54/1 c. 2), hak
düzeyinde olmasa bile, lokavt da tanınmıştır.
1.4. Özel Hukukunun Parçası Olmak
Hukuk sisteminin kamu
hukuku ve özel hukuk
olarak iki büyük bölüme ayrılması, oldukça eski bir alışkanlıktır. Toplu iş
hukuku (iş yargılaması ve arabuluculuk
faaliyetleri biryana), tümüyle ne özel
hukukun ve ne de kamu hukukunun içinde yer alır. Nitekim, toplu iş hukukunu
oluşturan bölümler ve özellikle sendikalar ile toplu iş sözleşmeleri ayrı ayrı
incelendiğinde, bu durum kolayca fark
edilir. Bu yüzden, toplu iş
hukukunun, birçok yönden özel hukukun önemli bir parçasını
oluşturduğu; ancak, bütünüyle ele alındığı takdirde ise, karma nitelik taşıdığı
söylenebilir(Tunçomağ ve Centel, 2013:251-253).
2.Toplu İş Sözleşmesinin Tanımı:
1982 Anayasasının 2. maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri
arasında sayılan sosyal devlet ilkesi, büyük ölçüde, Anayasanın ikinci
kısmının üçüncü bölümünde düzenlenen ekonomik ve sosyal haklarla
gerçekleştirilecektir. Bu bölümde yer alan toplu iş sözleşmesi hakkı (md. 53);
öncelikle 1983 yılında yürürlüğe giren 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve
Lokavt Yasası ve ardından da 2012 yılında yürürlüğe giren 6356 sayılı
Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Yasasıyla kapsamlı bir şekilde
düzenlenmiştir.
2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt
Yasası’nın 2. maddesi toplu iş sözleşmesini şu şekilde tanımlamaktaydı: “Toplu
iş sözleşmesi hizmet sözleşmesinin yapılması içeriği, sona ermesi ile ilgili
konuları düzenlemek üzere, işçi sendikası ile işveren sendikası ya da sendika
üyesi olmayan işveren arasında yapılan bir sözleşmedir". Ancak, aynı hükümde,
toplu iş sözleşmelerinin tarafların karşılıklı hak ve borçlarını, sözleşmenin
uygulanmasını ve denetimini, uyuşmazlıkların çözünü' için başvurulacak yolları
düzenleyen hükümleri de içerebileceği açıkça belirtilmekteydi.
6356 sayılı Yasa'nın 2. maddesinde de, toplu iş
sözleşe si “iş sözleşmesinin
yapılması, içeriği ve sona ermesine ilişkin hususları düzenlemek üzere işçi
sendikası ile işveren sendikası veya sendika üyesi olmayan işveren arasında
yapılan sözleşme” olarak tanımlanmış ve Yasanın 33. maddesinde de
2822 sayılı Yasaya benzer şekilde toplu iş sözleşmesinin, tarafların karşılıklı
hak ve borçları ile sözleşmenin uygulanması ve denetimini ve uyuşmazlıkların
çözümü için başvurulacak yolları düzenleyen
hükümleri de içerebileceği vurgulanmıştır.
Diğer yandan, 6356 sayılı Yasada, 2822 sayılı
Yasada bulunmayan bir kuruma yer verilmiştir. Bu kurum, 6356 sayılı Yasa'da “çerçeve sözleşme" olarak
adlandırılmıştır. Yasanın. 2.maddesine göre çerçeve sözleşme, Ekonomik ve Sosyal Konsey’de temsil edilen
işçi ve işveren konfederasyonlarına üye işçi ve işveren sendikaları arasında
işkolu düzeyinde yapılan sözleşme olarak tanımlanmıştır. 6356 sayılı
Yasanın 33. maddesinde de, çerçeve sözleşmeye ilişkin bazı düzenlemelere yer
verilmiştir. Buna göre, çerçeve sözleşme, taraflardan birinin çağrısı ve karşı
tarafın çağrıya olumlu cevap vermesi ile en az bir, en çok üç yıl için yapılır.
Çerçeve sözleşme, sözleşmenin tarafı olan işçi ve işveren sendikasının üyeleri
hakkında uygulanır ve meslekî eğitim, iş sağlığı ve güvenliği, sosyal sorumluluk
ve istihdam politikalarına ilişkin düzenlemeleri içerebilir. Yasal düzenlemeden
de açıkça anlaşıldığı üzere, çerçeve sözleşmelerin
yapılması tamamen tarafların isteğine bırakılmıştır.
Ayrıca, çerçeve sözleşmenin içerebileceği konular da sınırlıdır. Buna göre,
çerçeve sözleşme, sözleşmenin tarafı olan işçi ve işveren sendikasının üyeleri
hakkında uygulanır ve meslekî eğitim, iş sağlığı ve güvenliği, sosyal
sorumluluk ve istihdam politikalarına ilişkin düzenlemeleri içerebilir.
Görüldüğü gibi, çerçeve sözleşmenin tarafları, sadece Ekonomik ve Sosyal
Konsey’de temsil edilen işçi ve işveren konfederasyonuna üye 0lan
sendikalardır. Yasa’da sözleşmenin yapılması, herhangi bir usule bağlanmaksızın
tarafların iradesine bırakılmıştır. Öte yandan, Yasa, bu sözleşme hükümlerinin
iş ilişkisine etkisinin nasıl
ve ne şekilde olacağı sorununu da yanıtsız bırakmaktadır (Demircioğlu ve
Centel, 2013:275-276).
3.Toplu İş Sözleşmesinin
Önemi ve Etkileri:
3.1.Toplu İş
Sözleşmesinin Önemi:
Anayasa’nın 53. maddesinde
işçi ve işverenlere çalışma koşullarım serbestçe belirleme hak ve yetkisi
tanınmıştır. Toplu iş sözleşmesi
özerkliği ya da sosyal özerklik olarak
da adlandırılan bu yetkiye dayalı olarak, işçi sendikaları ile işveren sendikaları
ya da sendika üyesi olmayan işverenler bağıtlayacakları toplu iş sözleşmeleri
ile bu şekilde bir hak tanınmasının amacına ve kanunların emredici hükümlerine
aykırı olmamak kaydıyla çalışma koşullarını serbestçe belirleyebilmektedir. Bu
bağlamda toplu iş sözleşmeleri işçilerin ve işverenlerin karşılıklı olarak
çalışma koşullarını serbestçe belirleyebilmelerinin aracı olarak karşımıza
çıkmaktadır. Toplu iş sözleşmelerinin, içeriğini aşağıda açıklayacağımız
normatif kısmı, toplu sözleşmenin uygulama alanındaki bireysel iş
sözleşmelerini emredici biçimde etkileyen objektif kurallar niteliği taşır.
Böylece sosyal taraflar devlet tarafından konan hukuk normlarına göre daha
esnek bir biçimde, serbest iradeleri ve serbest pazarlık yoluyla gerektiğinde
kendilerine tanınmış olan kanuni iş mücadelesi araçlarını da kullanarak çalışma
koşullarını ayrıntılı bir şekilde düzenleme olanağına sahip olmaktadır.
Taraflar bu şekilde inşa
ettikleri hukuk kaynağının süresini de kanuni sınırlar içinde serbestçe
belirleyebilmektedir. Toplu iş sözleşmelerinin taraflarınca belirlenen
yürürlük süresi içinde, sözleşmenin uygulama alanında kalan işyerlerindeki
bireysel iş sözleşmeleri toplu sözleşmede aksi belirtilmedikçe toplu iş
sözleşmesi hükümlerine aykırı olamaz. Aksi halde iş sözleşmelerinin toplu iş
sözleşmesine aykırı hükümlerinin yerini toplu iş sözleşmesindeki hükümler alır.
îş sözleşmesinde düzenlenmeyen hususlarda toplu iş sözleşmesindeki hükümler
uygulanır (m.36/1). Toplu iş sözleşmeleri bu şekilde iş sözleşmelerinin
üzerinde genel ve objektif bir hukuk normu gibi doğrudan, emredici ve zorlayıcı
bir etki göstermektedir. Anılan etkisi nedeniyle toplu iş sözleşmelerinin kolektif norm sözleşmesi niteliği
taşıdığı, ancak aşağıda toplu sözleşmenin içeriği başlığı altında inceleneceği
üzere borç doğurucu hükümler de içerebilmeleri nedeniyle borçlar hukuku
sözleşmesi niteliği de taşıdıkları, sonuç olarak karma nitelikte sözleşmeler
oldukları kabul edilmektedir.
Toplu iş sözleşmelerinin
normatif etkisinin doğrudan sonuç doğurma niteliği sözleşmede boşluk varsa
otomatik olarak boşluğu doldurmasından (tamamlayıcı etki), çelişen bir hüküm
varsa yine otomatik olarak o hükmün yerini almasından kaynaklanmaktadır. Toplu
iş sözleşmelerinin emredici ve zorlayıcı etkisi ise, iş sözleşmelerinin toplu
iş sözleşmelerine aykırı olamamasını, iş sözleşmelerinin toplu iş
sözleşmelerine aykırı hükümlerinin geçersiz sayılmasını ifade eder. Ancak bu geçersizlik
işçinin ve çalışma düzeninin korunması düşüncesiyle sadece toplu sözleşmeye
aykırı hükümlerle sınırlı tutulmuştur. Öte yandan uygulamada rastlanma- makla
birlikte, kanunda yer verilen aksine düzenleme yapılabilmesi yetkisi nedeniyle
toplu sözleşmenin zorlayıcı etkisinin bertaraf edilebilmesi de yine sosyal tarafların
elindedir.
Toplu iş sözleşmelerinin iş
sözleşmeleri üzerinde genel ve objektif bir hukuk normu gibi doğrudan ve
emredici etki göstermesi kural olmakla birlikte Sendikalar ve Toplu îş
Sözleşmesi Kanununun 36. maddesinin birinci fıkrasına göre, toplu iş
sözleşmesinde iş sözleşmelerine aykırı hükümlerin bulunması halinde iş sözleşmelerinin
işçi lehindeki hükümleri geçerlidir. Bu toplu iş sözleşmelerinin asgari
koşullar içerdiğini ve emrediciliğinin sadece işçi yararına nispi bir nitelik
taşıdığını göstermektedir. İş sözleşmesi hükümlerinin toplu sözleşmeye aykırı
olmakla birlikte, işçi yararına oldukları için geçerli kalmalarını öngören bu
yaklaşıma öğretide işçiye
yararlılık ilkesi adı verilmektedir.
Toplu iş sözleşmelerinin emredici etkisi bu ilkeyle sınırlanmakta, topu
sözleşme özerkliği ile yine kaynağını anayasada bulan işçinin sözleşme
özgürlüğü arasında bir denge kurulmaya çalışılmakta ve böylece işçiye daha
lehine çalışma koşulları elde edebilmesi için bir olanak tanınmış olmaktadır.
Bu itibarla ilkenin uygulanması noktasında iş sözleşmesinin toplu iş
sözleşmesinden önce ya da sonra yapılmasının bir önemi de bulunmamaktadır.
Belirtelim ki işçilere anılan şekilde bireysel düzeyde toplu sözleşmenin üzerinde
haklar sağlanmasının sınırını parasal haklar dışında toplu sözleşmelerde düzen
ilkesi ile eşitlik ilkesi oluşturur.
Toplu iş sözleşmelerinin
emredici etkisini sınırlayan işçiye yararlılık ilkesi konusunda yanıtlanması
gereken temel soru neyin işçinin daha yararına olduğudur. Bu konuda kabul gören
prensip yararlılık değerlendirmesi yapılırken, işçinin bireysel düzeydeki
menfaatine göre, ancak objektif bir değerlendirmeye gidilmesidir. Yeni eğilim
bu karşılaştırma yapılırken iş sözleşmesinde yer alan konuyla ilgili
hükümlerin eskiden olduğu gibi tek tek değil grup olarak ele alınıp değerlendirilmesi
yönündedir. Ayrıca belirtmek gerekir ki işçiye yararlılık ilkesi kanunda emredici
olarak düzenlenmiştir. Toplu iş sözleşmelerine bu ilkeyi bertaraf etmek üzere
konacak hükümler geçersizdir.
Toplu iş sözleşmeleri,
yazılı olarak yapılır (m.35/1) ve normatif etkisini toplu iş sözleşmesinin
süresi sona erene kadar korur. Toplu iş sözleşmeleri bir yıldan az ve üç yıldan
uzun süreli olamaz. Sözleşmenin imzalanmasından sonra taraflar sözleşme
süresini uzatıp, kısaltamaz ve sözleşme süresinden önce sona erdirilemez
(m.35/2). Ancak faaliyetleri bir yıldan az süren işlerde uygulanmak üzere,
toplu iş sözleşmelerinin süresi bir yıldan az olabilir. Şu kadar ki işin
bitmemesi halinde bu sözleşmeler bir yılın sonuna kadar uygulanır. Sendikalar
ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununun 37. maddesinin birinci fıkrasına göre toplu
iş sözleşmesine taraf olan sendikanın feshi veya infisahı yahut faaliyetten
menedilmiş olması veyahut yetkiyi kaybetmiş olması veya toplu iş sözleşmesinin
uygulandığı işyerlerinde işverenin veya işyerinin girdiği işkolunun değişmesi
toplu iş sözleşmesini sona erdirmez. Anılan durumlarda da toplu iş sözleşmeleri
kolektif norm olma niteliklerini yitirmezler,
Bu bağlamda belirtmek
gerekir ki, toplu iş sözleşmeleri yürürlük süresi sona erdiğinde bu
sözleşmeden doğan haklar da sona ereceğinden, yeni bir toplu iş sözleşmesi
bağıtlanmamışsa ortaya çıkacak boşluğu doldurmak üzere, Sendikalar ve Toplu İş
Sözleşmesi Kanununun 36. maddesinin ikinci fıkrasında, her ne sebeple olursa
olsun sona eren toplu iş sözleşmesinin bireysel iş sözleşmesine ilişkin (normatif)
hükümlerinin yenisi yürürlüğe girinceye kadar iş sözleşmesi hükmü olarak devam
edeceği öngörülmüştür. Buna toplu
iş sözleşmesinin ard etkisi adı
verilmektedir. Toplu sözleşmenin sona ermesinden sonra ard etki yaratacak
hükümler kuşkusuz ki işin niteliği gereği iş sözleşmesinin muhtevası ve sona
ermesine ilişkin toplu sözleşme hükümleridir. Ancak toplu iş sözleşmesinden bu
şekilde etkilenecek iş sözleşmesinin toplu sözleşme devam ederken bağıtlanmış
bir iş sözleşmesi olması gerekir. Toplu iş sözleşmesinin ard etkisi yeni bir
toplu iş sözleşmesi bağıtlanana kadar devam eder. Yeni bir toplu sözleşme
bağıtlandığında işçinin yararına olsalar bile bu noktada işçiye yararlılık
ilkesi işlemez. Zira toplu sözleşme hükümlerinin iş sözleşmeleri üzerindeki
ard etkisi iş sözleşmesi hükmüne dönüşmesi anlamına gelmemektedir. Bu noktada
belirtelim ki süresi sona eren toplu iş sözleşmesi yerine bağıtlanacak yeni
toplu iş sözleşmesi eskisini hükümsüz kılar. Yeni sözleşmede işçilerin hakları
geriye götürülmüş olsa dahi burada da işçiye yararlılık ilkesi işlemez.
Nitekim toplu iş sözleşmeleri arasında işçiye yararlılık ilkesinin işleyeceğine
ilişkin bir düzenlemeye kanunda yer verilmemiştir. Buna toplu iş sözleşmesinde düzen ilkesi adı verilmektedir. Aynı sonuca eşit ve aynı sıradaki hukuk
kaynaklarından sonraki kuralın öncekine üstünlüğü ilkesi ile de aynı sonuca
varılabilir. Son olarak belirtelim ki toplu iş sözleşmelerine, süresinin sona
ermesinden sonra hak yaratmak üzere hüküm konması da olanaklı değildir.
3.2.Toplu İş Sözleşmelerinin İşlevleri:
Toplu iş sözleşmesinin temel
işlevi, işçinin sakatlanması olasılığı yüksek bireysel iradesinin yerine
kolektif iradenin geçtiği bir pazarlık sonucunda elde edilen ekonomik ve
sosyal menfaatlerinin hakka dönüştürülerek hukuk düzeninin koruması altına
alınmasıdır. Bu itibarla toplu iş sözleşmelerinin asıl işlevi işçinin korunması
olmakla birlikte, işçilerin çalışma koşullarında yeknesaklık sağlamak suretiyle
ayrıca düzen sağlama işlevi gördüğü, benimsediğimiz hukuk sistemine göre,
toplu sözleşme süresi boyunca yeniden menfaat uyuşmazlığı yaratılamadığından
barış sağlama işlevinin de bulunduğu, anılanların yanında gelir dağılımının
daha adil olmasına katkı sağlayıcı, devletin düzenleme alanını sınırlandırıcı
işlevlere de sahip olduğu genellikle kabul edilmektedir. Tartışmalı olmakla
birlikte toplu iş sözleşmelerinin ekonomiyi de etkiledikleri ileri
sürülmektedir.
Toplu iş hukukunun iş hukuku
içindeki yerini belirtirken açıkladığımız üzere, toplu iş sözleşmesi, klasik
liberalizm döneminde işçiyle işveren arasındaki eşitsizliğin yarattığı
olumsuzluklar nedeniyle işçilerin birleşmesi ve takiben toplu pazarlık hakkım
elde etmelerinin sonucunda ortaya çıkmış bir hukuk kaynağıdır. Görüldüğü gibi
bu hukuk kaynağının ortaya çıkması işçinin daha fazla korunması ihtiyacından
kaynaklanmıştır. Yine anılan başlık altında açıkladığımız üzere, sosyal devletler
bir yandan bu ihtiyacı işçiyle işveren arasındaki sözleşme özgürlüğüne müdahale
edip asgari çalışma koşullarını belirlemek suretiyle gidermeye amaçlamış, diğer
yandan sendika ve toplu sözleşme özgürlüklerini tanıyıp asgari iş koşullarının
toplu iş sözleşmeleriyle belirlenmesine olanak sağlamak suretiyle de yine işçiyi
korumaya çalışmıştır.
1982 Anayasası’mn 53.
maddesine göre, "İşçiler
ve işverenler, karşılıklı olarak ekonomik ve sosyal durumlarını ve çalışma
şartlarını düzenlemek amacıyla toplu iş sözleşmesi yapma hakkına sahiptirler”. Bu düzenlemeyle taraflara çalışma koşullarını emredici kanun
hükümlerine aykırı olmamak üzere serbestçe belirleme hakkı tanınmıştır.
Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan sosyal
devlet ilkesi Anayasanın 51. maddede düzenlenen sendika
hakkı, 54. maddede düzenlenen grev hakkı, 55.
maddede düzenlenen ücrette
adalet ilkesi bir bütün olarak dikkate
alındığında, işçiye sağlanan söz konusu hak ve güvencelerle taraflar arasında
iş koşullarının düzenlemesi konusunda maddi anlamda bir denge kurulmaya
çalışıldığı ve işçinin toplu pazarlık gücüyle donatılmak suretiyle
korunmasının amaçlandığı sonucuna varmak mümkündür.
Bu nedenle, 1961
Anayasası’nın 47. maddesinde toplu iş sözleşmesinin amacı, işçilerin
işverenlerle olan ilişkilerinde ekonomik ve sosyal durumlarını korumak ve
geliştirmek şeklinde açıklanırken, 1982 Anayasası’nda çalışma koşullarının
karşılıklı düzenlenmesi amacına yer verilmesi, toplu iş sözleşmelerinin
koruyucu işlevini yitirdiği biçiminde yorumlanmamalıdır. Belirtelim ki toplu iş
sözleşmelerinin koruyucu işlevinin, toplu iş sözleşmesi hükümlerinin işçinin
daha yararına olmasıyla karıştırılmaması gerekir. Bu bağlamda koruma işlevinin
pazarlık gücü daha zayıf işçinin toplu iş sözleşmeleriyle çalışma koşulları
düzenlenirken yeterli pazarlık gücüyle donatılması şeklinde anlaşılması doğru
olur. Toplu iş sözleşmelerinin iş sözleşmeleri üzerinde zorlayıcı etkiye sahip
olması, diğer deyişle işçinin daha lehine olanlar dışında iş sözleşmelerinin
toplu iş sözleşmelerine aykırı hükümlerinin yerini toplu sözleşme hükümlerinin
alması da, toplu iş sözleşmelerinin koruyucu işlevinin kanuni boyutunu ortaya
koymaktadır.
Toplu iş sözleşmelerinin
yürürlükte bulundukları işyeri ya da işyerlerinde sözleşme süresince çalışma
koşullarına belirli bir standart getirmesi, çalışma koşullarında birlik ve
uyum sağlaması, toplu iş sözleşmesinin düzen işlevi olarak adlandırılır. Yer
ve zaman yönünden çalışma koşullarının standartlaştırılmasını ifade eden bu
düzen işçinin yaşamını planlamasını kolaylaştırdığı gibi, işveren açısından da
işyeri maliyetlerini öngörebilme ücret politikasını ve yatırımlarını
planlayabilme olanağı sağlar. Sendikalar ve Toplu îş Sözleşmesi Kanununun 35.
maddesine göre toplu iş sözleşmelerinin en az bir yıl en çok da üç yıl için
yapılabilmesi toplu iş sözleşmelerinin dönemsel olarak düzen sağlaması
işlevinin bir gereğidir. Hemen belirtelim ki her yeni toplu iş sözleşmesi toplu
sözleşme biriminde öncekinden bağımsız olarak yeni bir düzen kurar. Bu
itibarla sonraki toplu iş sözleşmesinin işçinin daha lehine olma zorunluluğu
yoktur. Diğer deyişle toplu iş sözleşmeleri işçilere kazanılmış hak sağlamaz.
Önceki ve sonraki toplu iş sözleşmeleri arasında, işçinin lehine kuralın
uygulanmasını ifade eden işçiye yararlılık ilkesi de işlemez.
İşçi ve işveren tarafları
arasındaki menfaat uyuşmazlığı toplu pazarlık aşamasında görüşmeler yoluyla
çözümlenmeye çalışılır. Bu görüşmelerde anlaşma sağlanama- yıp uyuşmazlık
çıkarsa, temelini dürüstlük kuralında bulan “ultima ratio”
(son çare) ilkesi gereği grev ve lokavt gibi mücadeleci çözüm yollarına
gidilmeden önce uzlaştırma, arabuluculuk, tahkim gibi alternatif (barışçı)
çözüm yolları denenir. Bu yolla da uyuşmazlık çözümlenemezse, taraflar grev ve
lokavt gibi mücadeleci çözüm yollarına başvurarak birbirlerini anlaşmaya
zorlayabilir. Anılan süreç sonunda toplu iş sözleşmesi bağıtlanmasıyla işveren
tarafından işçiye tanınan menfaatler hak niteliği kazanır.
Türkiye’de olduğu gibi hak
ve menfaat uyuşmazlığı ayrımının benimsendiği ve toplu iş sözleşmelerinin
kanuni bağlayıcılık taşıdığı ülkelerde, iş mücadelesi araçlarına sadece toplu
iş sözleşmesinin yapılması sırasında ortaya çıkan menfaat uyuşmazlıklarında
başvurulabilir. Toplu iş sözleşmelerinin devamı süresince çalışma koşulları
tekrar tartışmaya açılamadığı gibi, toplu iş sözleşmesinin bağıtlanmasıyla hak
niteliği kazanan çalışma koşullarına ilişkin sözleşme hükümlerinin yorumlanmasından
doğan uyuşmazlıklarda iş mücadelesi araçlarına başvurulamaz. Söz konusu
uyuşmazlıklar yargı organlarınca çözülür.
Anılan sistemlerde işçi ve
işveren taraflarının toplu iş sözleşmesi süresince tekrar menfaat uyuşmazlığı
çıkarmamak üzere sulh olmalarına barış
borcu adı verilir. Bu nedenle
toplu iş sözleşmeleri bir barış sözleşmesi olarak da nitelendirilebilir. Diğer
deyişle söz konusu sistemin benimsendiği ülkelerde işverenin ücret ve sair iş
koşullarında yaptığı iyileştirmeler ve verdiği ödünler karşılığında sözleşme
süresince iş huzurunu elde etmesi ile ortaya çıkan bir bedel ilişkisi söz
konusudur.
İş koşullarının tekrar
tartışmaya açılamaması, toplu sözleşmede yer alan bir barış hükmü gereği
sadece toplu sözleşmede kararlaştırılan iş koşullarıyla sınırlıysa nispi barış borcu söz
konusu olur. Bu durumda toplu sözleşmede kararlaştırılmayan iş koşullarının
her zaman tartışmaya açılması ve gerektiğinde iş mücadelesine konu olması
mümkündür. Buna karşılık toplu iş sözleşmesinde düzenlenmeyen konularda dahi
toplu iş sözleşmesi süresince yeniden menfaat uyuşmazlığı yaratılması
yasaklandığı takdirde bu sefer mutlak
barış borcu vardır. Türkiye’de de
Anayasa’nın 54. maddesi, Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununun 58 ve 59.
maddelerinin ikinci fıkraları uyarınca kanuni iş mücadelesi araçları olarak
kabul edilen grev ve lokavta başvurulmasına sadece toplu iş sözleşmesi
yapılması sırasında ortaya çıkan menfaat uyuşmazlıklarında izin verilmiştir.
Bu düzenlemeler dikkate alındığında Türkiye’de barış borcunun mutlak nitelikte
olduğu sonucuna varılır. Bazen toplu iş sözleşmelerine ikinci yıl ücret zammı
gibi konuların ileride görüşmeye açılacağı yönünde revizyon koşulu adı verilen
hükümler konabilmektedir. Toplu sözleşme sürecinde toplu sözleşmede yer alan
revizyon koşulu nedeniyle tartışmaya açılan konularda anlaşma sağlanamadığı
takdirde tarafların iş mücadelesi araçlarına başvurup başvuramayacağı
tartışmalıdır. Ancak öğretideki baskın görüş ve Yargıtay bu gibi durumlarda
barış borcunun mutlak anlamda olmasından hareketle iş mücadelesi araçlarına
başvurulamayacağı yapılacak grev ve lokavtın kanun dışı olacağı görüşündedir.
Bu bağlamda son olarak
belirtelim ki bazı ülkelerde toplu pazarlığın sınıf çatışmasının bir görünümü
olduğu, işçilerin haklarının geliştirilmesi bağlamında çalışma koşullarını her
zaman tartışmaya açabileceği kabul edilmektedir. Bu yaklaşıma göre, iki ya da
üç yıl toplu sözleşme dönemlerinde değişen koşullara rağmen barış borcu gereği
iş koşulları tartışmaya açılamadığı takdirde sorunlar birikip derinleşecektir.
Dolayısıyla toplu sözleşmeyle gelen barış dönemlerinin sonunda meydan
savaşları yaşanması kaçınılmazdır. Bu görüşün hâkim olduğu ülkelerde iş koşullarının
her zaman tartışmaya açılıp uyuşmazlık yaratılmasının olanaklı olduğu dinamik
sistemler benimsenmiştir.
Toplu pazarlıkta işçinin
bireysel iradesinin yerini alan kolektif iradenin ücretlerin daha adil
belirlenmesinde önemli işlev üstlenmesi nedeniyle toplu iş sözleşmesi
dendiğinde öncelikle ücretler akla gelir. Bu itibarla toplu sözleşme düzeni
içinde yer alan işçi sayısının yüksek olduğu ülkelerde toplu sözleşmeler
işçilerin ulusal ekonomiden daha fazla pay almasını sağladıklarından gelirlerin
adil dağılımının araçları arasında yer alır. Bu itibarla toplu iş sözleşmeleri
sosyal adaletin sağlanmasının da bir aracıdır. Çalışanların ücretlerinin kanunlar
yanında serbest toplu pazarlık yöntemiyle belirlenmesi esası Avrupa Sosyal
Şartının 4. maddesinde de belirtilmiştir.
Sosyal devletler
çalışanların korunması iş koşullarının adil bir şekilde belirlenmesi için
gerekli önlemleri almakta ve asgari normları belirlemektedir. Sosyal tarafların
çalışma yaşamında uygulanacak kuralları belirleme yetkisi, kanunların emredici
hükümleriyle sınırlıdır. Toplu iş sözleşmeleriyle genellikle nispi emredici
nitelikte olup asgari çalışma koşulları öngören mevzuat hükümleri
iyileştirilmeye çalışılır. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi neo-liberal
akımların etkisiyle yaygınlaşan iş koşullarında esnekleşme eğilimi
çerçevesinde sosyal taraflara tanınan özerk düzenleme yetkisi ile devletin iş
koşullarını belirleme konusunda yükünün hafifletileceği, sürekli değişen,
işletmelere ve işkollarına göre farklılaşan koşullara uygun düzenlemeleri daha
hızlı bir şekilde yapılabileceği ileri sürülmektedir. Bu tür bir yapı işçi ve
işveren ilişkilerinin düzenlenmesinde sosyal taraflar bakımından daha yararlı
görülmektedir. Ancak toplu iş sözleşmelerine devletin düzenleme alanını sınırlayıcı
işlev yükleyen bu yapıda sosyal adaletin sağlanabilmesi, diğer deyişle sosyal
tarafların yararına olmak üzere esnekleşmeye gidilirken sosyal olanla ekonomik
olan arasında gerçek anlamda bir dengenin kurulabilmesi için, örgütlenmenin
önündeki engellerin kaldırılması, sendikalaşmanın yaygınlaşması gerekir. Ancak
bu noktada bir paradoks söz konusudur. Zira iş hukukunda esnekleşmenin örgütlenmeyi
güçleştirdiği de bilinen bir gerçektir. O nedenle toplu iş sözleşmesinin devletin düzenleme alanını sınırlayıcı işlevi ihtiyatla karşılanmalıdır.
Örgütlü işçi topluluğunun
büyüklüğüne göre her ülkede toplu iş sözleşmesi düzeninin ekonomi üzerinde
olumlu ya da olumsuz bir etkisi bulunduğu kabul edilir. Tartışmalı olmakla
birlikte, toplu iş sözleşmeleri ile ücret düzeyinin yükselmesinin ekonomiyi
canlandırıcı, dolayısıyla da istihdamı artırıcı etkiye sahip olduğu ileri
sürülmüştür. Bu görüş, ücretlerin yükselmesinin üretim maliyetlerini ve ürün
fiyatlarını artıracağı, dolayısıyla ücretlerin yükselmesinin ileri sürüldüğü
gibi bir etkisinin olmayacağı ileri sürülerek eleştirilmiştir. Aksine anılan
gerekçeyle ürün fiyatlarının artmasının enflasyonu artırıp istihdamı
daraltacağı ileri sürülmüştür. Ancak enflasyonun pek çok nedeninin bulunduğu da
bir gerçektir. Öte yandan tüketicinin alış gücüne odaklı söz konusu
eleştiriye, uluslararası ticaretin artması ve küresel rekabet ortamında
piyasaya düşük fiyatlı çok sayıda yabancı ürün girmesi nedeniyle girişimcinin
malına istediği fiyatı koyamayacağı belirtilerek de itiraz edilmiştir. Bu
durumda girişimcinin ya piyasadan çekileceği ya da yatırımını yurt dışına
kaydıracağı savunulmaktadır.
Ayrıca, toplu iş
sözleşmelerinin özellikle işkolu düzeyinde yapıldığı ülkelerde ekonominin
daraldığı ya da durgunlaştığı dönemlerde işçi sendikalarının yüksek ücret
talebinde bulunmasının, firmaların rekabet etmeme konusunda anlaşmalarına
neden olabileceği, bu suretle kartel oluşturan bir etki yaratabileceği de ileri
sürülmüştür.
Son olarak belirtelim
ki toplu iş sözleşmeleri yoluyla yüksek ücret taleplerinin küresel piyasalarda
firmaların rekabet gücünü azalttığı da genellikle kabul edilmektedir. Bu
bağlamda sendikaların daha bilinçli davranarak, işgücü verimliliği ile ücretler
arasında adil bir denge kurulmasını gözetmeleri önerilmektedir(Başterzi,
2013:101-106).
4.Toplu İş Sözleşmesinin Sınırları:
Toplu iş sözleşmesi
işçi ve işveren arasındaki çalışma şartlarım belirlemek amacıyla yapılan
sözleşme türüdür. Her türlü çalışma şartı toplu iş sözleşmeleriyle
belirlenebilir. Ancak bunun da bir sınırının olması, kamu düzeni, genel ahlak,
amir hükümlere aykırı olmamak vb. hallerle sınırlandığı da kabul edilmelidir.
Bir haklar sistemi
bütünü olan hukuk, tanıdığı hakların başkasına zarar verilmemesi kaydıyla,
belirli bir çerçeve içersin de kullanılmasına izin verir. Hukuken tanınan
hakların sınırlan yine hukuk kuralları tarafından belirlenmiştir. Aksi takdirde
hakkın aşılması durumu ortaya çıkar ki bu da hukuk sistemi tarafından kabul
edilemez. Statü hukukuna göre çalışan bir devlet memurunun kendisine tevdi
edilen görevin dışında başka işlerle ilgilenmeye kalkışması, görevi dışında
işler yapması kişinin kendi hak ve görev sınırlarım aşması, hukuken kendisine
tanınan çerçevenin dışında hareket etmesi söz konusu olur ki, bunu hukuki
sınırların aşılması olarak telakki ederiz. Aynı şekilde işçilere (sendikalara)
tanınan toplu iş sözleşmesi yapma hakkının muhtevası ve yapısı ile ilgili
olarak da sınırlar çizilmiştir. Toplu iş sözleşmelerinin bu sınırların
dışındaki hususları düzenlemesi de kabul edilmemiştir.
4.1.Toplu İş
Sözleşmesinin Muhtevası İle İlgili Sınırlamalar:
1982 Anayasası’nın 53. maddesine göre toplu iş
sözleşmeleri ancak aşağıdaki ölçüler çerçevesinde yapılabilir. Buna göre;
“işçiler ve İşverenler karşılıklı olarak ekonomik ve sosyal durumlarını ve çalışma şartlarını düzenlemek amacıyla
toplu iş sözleşmesi yapma hakkına sahiptiler.
6356 sayılı
Sendikalar ve Toplu iş Sözleşmesi Kanunu “...،işçilerin ve işverenlerin
karşılıklı olarak ekonomik ve sosyal durumları ile çalışma
şartlarını belirlemek üzere toplu iş
sözleşmesi yapmalarına ....” ilişkin bir düzenleme getirmektedir. Bu aynı zamanda bir
sınırlamadır. Anayasa ve 6356 sayılı Kanun toplu iş sözleşmelerin ancak üç
hususu denetleyebileceğini tespit etmiştir. Bunlar sosyal ve ekonomik durumlar ile çalışma
şartlarıdır. Bunların dışında herhangi
bir hususun toplu iş sözleşmeleri ile düzenlenmesi kabul edilemez. Burada
dikkat edilmesi gereken Anayasa ve Sendikalar ve Toplu iş Sözleşmesi Kanunu
arasında terim birliğinin sağlanmış olduğudur. Her ikisinde de toplu iş
sözleşmelerinin hangi hususları düzenleyeceği aynı şekilde tespit edilmiştir,
işçiler (sendikalar) ve işverenler bir toplu iş sözleşmesi yaparken muhtevasına
konulacak hürlerin bu çerçevede olmasına dikkat edeceklerdir. Mesela“ X”
partisi seçimlerde desteklenecektir” şeklinde bir hükmün toplu iş sözleşmesine
konulması kabul edilemez. Her ne kadar son yapılan değişikliklerle sendikalara
siyasi faaliyet yasağı Anayasa’dan çıkartılmışsa da toplu iş sözleşmelerine bu
tarzdaki hükümlerin konulamayacağı düşünülmelidir. Çünkü siyasi faaliyeti,
sendikaların toplu iş sözleşmesi dışında diğer faaliyetleri arasında kabul
etmek gerekir.
4.2.Toplu İş Sözleşmesi İle İlgili Diğer Bazı Sınırlamalar:
Geçmişteki tecrübeler
değerlendirilip bazı aksamaların ortaya çıkabileceği göz önünde bulundurularak
1982 Anayasası ve 6356 sayılı Kanun ile bazı sınırlandırma düzenlemeleri
getirilmiştir. Bu düzenlemelerin girilişindeki sebepler;
—farklı seviyelerdeki toplu
iş sözleşmelerinin çatışmasını önlemek,
—süre itibariyle toplu iş
sözleşmelerinin yenilenmek suretiyle uzatılmasını engellemek,
—akdedilmiş toplu iş
sözleşmelerinin süresi içinde ortadan kaldırılabilmesinin engellemesiyle
işyerinde dirliğinin sağlanmasıdır.
Toplu iş sözleşmeleri
ancak belirli bir süre için yapılan sözleşme türlerindendir. Toplu iş sözleşmesi
gibi bir akdi ilişkide tarafları belirsiz bir süre için bağlı tatmak taraflara
emniyet hissi vermez. Sözleşmeler belirli noktalarda anlaşmaya varmanın bir
ifadesidir, özellikle toplu iş sözleşmesi çok hassas bir yapıya sahiptir. Çünkü
toplu iş sözleşmeleri ile işyerlerinde ya da işletmelerde belirli bir zaman
dilimi için çalışma şartlan düzenlenecek, işçilerin ve işverenlerin (ayrıca
işverenlerin ve sendikaların) karşılıklı hak ve mükellefiyetleri
kararlaştırılacaktır. Toplu iş sözleşmeleri bazı sözleşme tipleri gibi edimin
ve karşılığının bir defada yeri getirildiği sözleşmelerden olmayıp, devamlılık
arz eden sözleşmelerdendir. Toplu iş sözleşmesi devamlılık arz eden bir
sözleşmedir(Arıcı, 2013:465).
5.Toplu İş Sözleşmesinin Düzeyleri:
Genellikle toplu iş
sözleşmeleri kapsayacakları coğrafi alana göre işyeri yada işkolu düzeyinde
düşünülebilir. Bir toplu iş sözleşmesi belirli bir işkolu düzeyinde, bu iş koluna dahil tüm işyerlerini kapsayabileceği gibi (işkolu
toplu iş sözleşmesi); sadece belirli bir veya daha çok işyerine de ilişkin
olabilir (işyeri toplu iş sözleşmesi).
Bu esaslardan birinin
ya da diğerinin yahut her ikisinin bir arada kabul edilmesi mümkün olup;
ülkenin sosyal, ekonomik ve politik gerekleri tercihi belirleyecek, anılan gerekler bu tercihe yön verecektir. Bu itibarla, toplu iş
sözleşmesinin tipi ya da türü ülkeden ülkeye hatta aynı ülkede zamana göre
değişik biçimlerde ortaya çıkabilecektir.
Gerçekten de, toplu
iş sözleşmesinin türü ve düzeyi konusunda karar vermek kuşkusuz kanun koyucuya
aittir. Zira toplu iş sözleşmelerinin hangi düzeyde yapılabilecekleri, tarihi
gelişim içinde toplu iş sözleşmelerinin yerleşen tiplerine, ekonomik ve sosyal şartlara ve bu sözleşmelerin işlevlerine verilen
ağırlığa göre kanun koyucunun tercihine bırakılan bir konudur. Anayasal bir
sınırlama olmadıkça, kanun koyucu dilediği düzey ya da düzeylerde toplu iş
sözleşmesi yapılmasına izin verebilecek, konuyu bu çerçevede
düzenleyebilecektir.
Anayasa “işçiler ve
işverenlerin karşılıklı olarak ekonomik ve sosyal durumlarını ve çalışma
şartlarını düzenlemek amacıyla toplu iş sözleşmesi yapabileceklerini; toplu iş
sözleşmesinin nasıl yapılacağının kanunla düzenleneceğini öngörmekte, toplu iş
sözleşmesinin düzeyi ve türleri hakkında herhangi bir kayıt koymamaktadır.
Başka bir söyleyişle, Anayasa toplu iş sözleşmesinin hangi düzeyde yapılacağı
konusunda bir sınırlama getirmemiştir. Toplu iş sözleşmelerinin hangi düzeyde
ve türde yapılacakları konusunda bir engel getirmemiş, bu hususu kanun koyucuya
bırakmıştır. Nitekim 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt kanununda
ise, toplu iş sözleşmelerinin sadece işyeri düzeyinde yapılabileceği esası
benimsenmiş; buna karşılık 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi
Kanununda ayrıca işkolu düzeyinde “Çerçeve Sözleşme” yapılmasına imkân
sağlanmıştır.
Gerçekten de, 275
sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunundan farklı bir sistem ve
içeriğe sahip bulunan 2822 sayılı kanunda işkolu düzeyinde toplu iş
sözleşmesine yer verilmemiş, “işyeri” düzeyinde toplu iş sözleşmesi yapılacağı
esası getirilmiştir. Yürürlükteki 6356 sayılı kanun ise her iki düzeyde toplu
iş sözleşmesi yapılabileceğini benimsemiştir.
“Toplu iş
sözleşmesinin kapsamı ve düzeyi” başlığını taşıyan Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi
Kanununun 34 üncü maddesi, bir toplu iş sözleşmesinin “aynı işkolunda bir veya
birden çok işyerini kapsayabileceğini”; “aynı işkolunda birden çok işyerine
sahip bir işletmede ancak bir toplu iş sözleşmesi yapılabileceğini”
belirtmekte ve bu sonuncuya “işletme toplu iş sözleşmesi” denileceğine de
ayrıca işaret etmekte; öte yandan işyerlerinin değişik olması halinde grup
toplu iş sözleşmesi yapılabileceğini düzenlemektedir. Bu durumda yürürlükteki
hukukumuza göre işyeri düzeyinde üç türde (tipte) toplu iş sözleşmesi
yapılabileceği sonucuna kolayca ulaşılabilecektir: İlkin, bir işverenin tek bir
işyerini kapsayan bir sözleşme yapılabilecektir ki, buna “işyeri toplu iş
sözleşmesi” denilir. İkinci olarak, bir işverenin aynı işkolunda faaliyette
bulunan birden çok işyerini kapsamına alacak sözleşmedir ki, kanunda buna
“işletme toplu iş sözleşmesi” denmektedir. Nihayet, aynı iş kolunda birden
fazla işverene ait işyerlerini kapsayacak bir toplu iş sözleşmesi
akdedilebilecektir ki, buna da “grup toplu iş sözleşmesi” ya da “grup
sözleşmesi” denilmektedir.
Öte yandan 6356
sayılı Kanunla yeni bir sözleşme türü “Çerçeve Sözleşme” adı altında mevzuata
dahil edilmiştir.
5.1.İşkolu Toplu İş Sözleşmesi (Çerçeve Sözleşme):
Sendikalar ve Toplu
İş Sözleşmesi Kanunu yeni bir toplu iş sözleşmesi türü getirmekte; “Ekonomik ve
Sosyal Konseyde temsil edilen işçi ve işveren konfederasyonlarına üye işçi ve
işveren sendikaları arasında işkolu düzeyinde yapılan” sözleşmeye çerçeve
sözleşme denileceğini belirtmekte; bu sözleşmenin “mesleki eğitim,
iş sağlığı ve güvenliği, sosyal sorumluluk ve istihdam politikalarına ilişkin
konuları düzenleyebileceğini; çerçeve sözleşmenin taraflarını oluşturan işçi ve
işveren sendikasının üyeleri hakkında uygulanacağını; işçi ve işveren sendikalarından
birinin çağrısını diğerinin kabul etmesi yani çağrıya olumlu cevap vermesi
halinde yapılacak sözleşmenin süresinin de asgari bir, azami üç yıl olacağını;
nihayet çerçeve sözleşmelerin -aynen toplu iş sözleşmeleri gibi- Anayasaya ve
emredici kanun hükümlerine aykırı düzenlemeler içeremeyeceğini öngörmektedir.
Görüldüğü gibi
sözleşmenin tarafları sadece Ekonomik ve Sosyal Konsey’de temsil edilen işçi ve
işveren konfederasyonuna üye olan sendikalardır. Bu sözleşmelerin işkolu
düzeyinde akdedilmesi gerekmektedir. Sözleşme kanunda sınırlı olarak belirtilen
konularda yani “mesleki eğitim, iş sağlığı ve güvenliği, sosyal sorumluluk ve
istihdam politikalarına” münhasır olacaktır. Kanun hükmünde sözleşmenin
yapılması herhangi bir prosedüre bağlanmamış, tarafların anlaşmaları yeterli
sayılmıştır. Bu sözleşme hükümlerinin iş ilişkilerine nasıl yansıyacağı meselesi
de boşlukta kalmıştır. Aynı şekilde hükümleri normatif nitelik taşımayan
sözleşmeye, sözleşme hükümlerine riayetsizliğinin (aykırı davranmanın) sonucuna
da ilişkin bir düzenleme yapılmamıştır.
Böylece herhangi bir
müessiriyeti olmayacak bir sözleşme görünümü taşıyan bu sözleşmenin uygulanması
tarafların tamamen keyfine bırakılmış olmaktadır. Kısaca akdedilmesi ve
uygulanması hususunda belirsizlikler taşıyan bu sözleşme türünü toplu iş
sözleşmesinin esaslarıyla açıklamanın güçlüğü, düşünülen fonksiyonunu peşin
olarak engelleyici nitelikte görülmektedir.
5.2.İşyeri Toplu İş Sözleşmesi:
Sendikalar ve Toplu
İş Sözleşmesi Kanununun “bir toplu iş sözleşmesi aynı işkolunda bir veya birden
çok işyerini kapsayabilir” (m.34/1) yolundaki hükmü her şeyden önce işyeri
toplu iş sözleşmesini istihdaf etmektedir.
İşyeri toplu İş
sözleşmesi bir işverenin bir tek işyeriyle ilgilidir. Başka bir ifadeyle,
“işyeri toplu iş sözleşmesi” ancak bir işverenin bir işyeri için söz konusu
olabilir. İşverenin değişik işkollarında faaliyette bulunan başka işyerlerinin ya da işletmelerinin bulunması halinde, her işkolu için işyeri ya da
işletme toplu iş sözleşmesi yapılacağı tabiidir.
Bu çerçevede, tek
işyerinin söz konusu olduğu durumlarda daima işyeri toplu is sözleşmesi
yapılabilecektir. Bu esas tek bir işyerinden ibaret işletme için de geçerli
bulunduğundan, böyle bir halde de işletme toplu iş sözleşmesi değil işyeri
toplu iş sözleşmesi yapılmak gerekecektir.
5.3.İşletme Toplu İş Sözleşmesi:
Bir gerçek veya tüzel
kişiye veya bir kamu kurum ve kuruluşuna ait
aynı işkolunda birden çok işyerinin bulunduğu işyerlerinde, ancak bir
toplu iş sözleşmesi yapılabileceğini; böyle bir sözleşmeye de “işletme toplu iş
sözleşmesi” denileceğini düzenleyen kanun hükmünden (SenTisK.m.34/2) hareket
edilerek şöyle bir tanım yapmak mümkündür: Sendikalar Kanunu anlamında işveren
sayılan kişilerin aynı işkolunda faaliyette bulunan birden fazla işyerlerini
kapsayacak şekilde yapılması zorunlu sözleşmeye işletme toplu iş sözleşmesi
denilir. Kısaca ifade etmek gerekirse, “bir işverenin veya bir işveren gibi
sayılan kamu kuruluşlarının aynı işkolunda kurulu birden çok işyerini kapsamak
üzere akdedilen” toplu iş sözleşmesi işletme toplu iş sözleşmesidir.
Bu tanımdan hareketle
bu tür sözleşme için iki koşulun arandığı söylenebilir: Sendikalar Kanunu
anlamında bir işverenin bulunması ve bu işverenin aynı işkolunda faaliyette
bulunan birden çok işyerine sahip olması (Aynı işkoluna dahil birden fazla
işyerinin bulunması)
Görüldüğü gibi, kanun
burada sınırlarını belirlediği bir “işletme”yi esas alarak hüküm sevk
etmiştir. Ancak hemen belirtelim ki, buradaki işletme kavramı genel anlamıyla
değil, Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu çerçevesindeki
özel anlamıyla ele alınmak gerekir. Buna göre, bir işverene ait olup aynı
işkoluna dahil bulunan işyerleri sözü edilen kanun bakımından bir işletme
sayılır; aynı işkolunda birden çok işyerine sahip bulunan işveren bunların tümü
için bir tek toplu iş sözleşmesi yapabilir. Zira kanunun halihazır
düzenlemesinde aynı işkoluna dahil bulunan ve birden çok işyerini içine alan
işletmenin sahibi olan gerçek ya da tüzel kişi ya da bir kamu kurum ve kuruluşunun
işletme toplu iş sözleşmesi yapmaları gereği ortaya çıkmaktadır. O halde
“işletme toplu iş sözleşmesi için
aranan tek şart, işletmenin aynı işkolunda birden çok işyerine sahip
bulunmasıdır.
İşletme toplu iş sözleşmesi
yapılacak işyerlerinin kanunen aranılan niteliğine sahip olup olmadıkları
hususunda çıkan uyuşmazlığı halleden (çözümleyen) yerel mahkeme kararı kesin
olduğundan, bozma kararı verilerek dosyanın yerel mahkemeye iadesi mümkün
değildir. Zira kanunda uyuşmazlığın kısa sürede çözülmesi amaçlanmış; işin
sürüncemede kalması önlemek istenmiştir. Ancak Yargıtay’ın bu esasa aykırı
düşen kararları mevcuttur.
6356 sayılı Kanun aynen
yürürlükteki hükmü benimseyerek: “Bir gerçek veya tüzel kişiye ya da bir kamu
kurum veya kuruluşuna ait aynı işkolunda birden çok işyerini kapsayan
sözleşmenin işletme toplu iş sözleşmesi olduğu”nu belirtmekte; bu konuda
uygulamada çokça sorun yaratan bir boşluğu doldurmaktadır. Gerçekten uygulamada
işletme toplu iş sözleşmesi kapsamına giren işyerlerinin birinde veya birkaçında
halen yürürlüğünü sürdüren bir toplu iş sözleşmesi varsa, mevcutsa ve sürenin
bitimine 120 günden daha çok süre bulunuyorsa yetki başvurusu yapılmasının
kabil olup olmadığı dolayısıyla mevcut toplu iş sözleşmesi veya sözleşmelerinin
işletme toplu iş sözleşmesi yapılmasını engelleyip engellemeyeceği sorunu
ortaya çıkmıştır. Sorun kanunun yürürlüğe girdiği sırada, daha önce zorunlu
olmadığı için işletme kapsamına dahil sayılan işyerlerinde bağıtlanmış
(akdedilmiş) toplu iş sözleşmelerinin mevcudiyeti dolayısıyla çıkmış; daha
sonraki yıllarda ise işletme bünyesine devir işlemi ile sonradan giren işyeri
ve işyerleri için gündeme gelmiştir.
275 sayılı Kanunda
bulunmayan 2822 sayılı Toplu Iş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu ile mevzuata
dahil edilen işletme toplu iş sözleşmeleri için bir intikal hükmü öngörülmediği
için bir işyerinde aynı dönem için birden fazla toplu iş sözleşmesi
yapılamayacağı ve uygulanamayacağı şeklindeki temeli Anayasada bulunan emredici
hüküm karşısında işletmeye dahil işyerlerinin birisinde bir toplu iş sözleşmesi bulunması halinde, o sözleşme sona ermeden bir toplu iş sözleşmesi
yapılamayacağı sonucuna ulaşılmıştır.
Yüksek Mahkeme konu
ile ilgili diğer bir kararında kanuni değişiklikten Önce toplu iş sözleşmesi
safhasına gelmemiş işyeri seviyesinde kesinleşmiş olan yetkinin kazanılmış hak teşkil etmeyeceğini ve bu kanuni kuralı ortadan
kaldıramayacağını dile
getirmiştir. Yargıtay aksine düşüncenin işletme toplu iş sözleşmesinin yapılmasını engelleyeceğini, bunun kanunun biraz önce açıklanan emredici hükmüne aykırı olacağını da ilave etmiştir.
Sendikalar ve Toplu
İş Sözleşmesi kanunu “İşyerinin veya bir bölümünün devri” başlığım taşıyan 38.
maddesinde işletme toplu iş sözleşmesi kapsamında olan ya da toplu iş
sözleşmesi bulunan bir işyeri veya işyerinin bir bölümünün devrinde, devralan
işverenin aynı işkoluna giren işyeri veya işyerlerinde yürürlükte bir toplu iş
sözleşmesi var ise; devralınan işyeri veya işyerlerinde uygulanan toplu iş
sözleşmelerinden doğan hakların ve borçların iş sözleşmesi hükmü olarak devam
edeceğini düzenlemektedir.
Öte yandan devralan
işverenin işyeri ya da işyerlerinde uygulanan bir toplu iş sözleşmesi yok ise
devralman işyerinde yürürlükteki toplu iş sözleşmesinden doğan hak ve borçların
yeni bir toplu iş sözleşmesi yapılıncaya kadar toplu iş sözleşmesi hükmü
olarak devam edeceği belirtilmektedir. Ayrıca sözü edilen kanı da toplu iş
sözleşmesi bulunmayan bir işyerinin işletme toplu iş sözleşmesi taraf olan bir
işverence devralınması durumunda işyerinin, işletme toplu iş sözleşmesi
kapsamına gireceği esasına yer verilmektedir (SenTisK.m.38/1, 2).
5.4.Grup Toplu İş Sözleşmesi:
2822 sayılı Toplu İş
Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu’nda açıkça düzenlenmemiş olmakla beraber grup
toplu iş sözleşmesi doktrinde, aynı işkolunda faaliyette bulunan birden fazla
işverene ait işyerlerini kapsayacak grup toplu iş sözleşmesinin ancak işçi
sendikası -ki her bir işyerinde yetkili olması kaydıyla arzu ettiği takdirde ve
ancak bir işveren sendikası ile yapılabileceği kabul edilmekteydi. Böylece
mevcut kanun metni çerçevesinde de birden çok işverene ait olup aynı işkolunda
faaliyet gösteren işyerlerinin veya işletmelerinin her birinde yetkili olan
işçi sendikası ile bu işyerlerinin işverenlerinin üyesi bulunduğu işveren
sendikası isterlerse grup toplu iş sözleşmesi yapabileceklerdi. Grup toplu iş
sözleşmesi yapılması teklifi sözleşmeye taraf olabilecek işçi sendikası veya
işveren sendikası tarafından yapılabilirse de, işveren sendikasının -işçi
sendikası bu şekilde bir sözleşme yapmaya yanaşmadıkça- onu buna zorlayacak bir
imkâna sahip bulunmadığı; buna karşılık işçi sendikasına grev yöntemi ile
muhatabını zorlayabilme imkânı bulunduğu dile getiriliyordu.
Buna karşılık
Yargıtay 2822 sayılı Kanunla “grup sözleşmesi” adı altında bir sözleşme
türünün düzenlenmediğini, bu sebeple taraflardan birinin diğerini yasal olarak
grup sözleşmesi yapmaya zorlayamayacağım; ancak tarafların anlaşmak suretiyle
grup sözleşmesi yapmalarının mümkün bulunduğunu içtihat etmişti. Ancak Yüksek
Mahkemenin bu görüşünün kanuna uygun olmadığı doktrinde açıkça ortaya konmuştu.
6356 sayılı kanun bu
türden bir sözleşmeye açıkça yer vermekte, toplu iş sözleşmesinin “kapsamı ve
düzeyi” başlığını taşıyan 34. maddesinde “bir toplu iş sözleşmesi aynı
işkolunda bir veya birden çok işyerini kapsayabilir.” esasını koyduktan sonra
işletme toplu iş sözleşmelerinden başka grup toplu iş sözleşmelerini de
düzenlemekle: “tarafların anlaşması üzerine bir işçi sendikası ile bir işveren
sendikası arasında, birden çok üye işverene ait aynı işkolunda kurulu işyerleri
ve işletmeleri kapsamak üzere yapılacağını; ikinci maddenin 4 numaralı
fıkrasında da “Grup toplu iş sözleşmesinin işçi sendikası ile işveren sendikası
arasında birden çok üye işverene ait aynı işkolunda kurulu işyerlerini ve
işletmelerini kapsayan toplu iş sözleşmesi olduğunu belirtmektedir”
(Narmanlıoğlu, 2013:309-322).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder